2010 yılında Suriye-Lübnan-Ürdün’ü dolaşmak üzere motosikletimle İstanbul’da yola çıkmıştım. O zamanlar sıradan bir motosiklet yolculuğu sandığım bu seyahatin ne kadar özel olduğunun farkına daha yeni yeni varıyorum.
Yayladağı sınır kapısından geçip Crac des Chevaliers (Şövalyeler Kalesi) dibinde kaldığım gecenin ardından direkt Lübnan’a geçmiştim. Beyrut’un yapmacıklığını görünce bu şehirde fazla kalmayıp gerçek bir Ortadoğu şehri olan Baalbek’e devam etmiştim. Baalbek, yıllar önce TRT’de sürekli adı geçen Bekaa vadisinde yer alan tahminimden de etkileyici bir antik kentti. Sonrasında Lübnan’dan tekrar Suriye’ye dönüp Şam’a geçmiştim.
Suriye halkı bana o kadar sıcak gelmişti ki Ürdün’e geçmekten vazgeçip doğuya doğru Palmira’ya kadar sürmeye Suriye’de kalmaya karar vermiştim. Yola çıkmadan önce kafamda canlanan Suriye bambaşkaydı oysa. Hele Dar Mar Musa Manastırı’nda geçirdiğim iki günün ardından Suriye’yi çok daha sevmiştim.
Tahminimden çok daha güvenli sokaklar, huzur içinde yaşayan sıcakkanlı ve Türkleri bu kadar seven insanları beklemiyordum. O zamanlar Türk olduğumu öğrenen herkes Kurtlar vadisi dizisinin (benim adını hiç duymadığım) karakterlerinden bahsediyordu. Bir de başbakanımızın ve cumhurbaşkanımızın Esad ile arası (o zamanlar) çok iyi olduğu için bizi çok yakından takip ediyorlar, Türkiye’nin çok güzel bir ülke olduğunu söylüyorlardı.
Şam’dan ayrılıp Palmira’ya doğru ilerlemeye başlayınca Eylül ayı olmasına rağmen müthiş bir sıcakla karşılaştığımı hala hatırlıyorum. Çölde sık sık mola vererek vardığım Palmira ilk başka sevimsiz geldi gözüme. Dünya kültürü miras listesindeki Palmira’ya varır varmaz etrafımı saran ve otel ayarlamaya, bir şeyler satmaya çalışan – maalesef terslediğim – çocuklar hala gözümde canlanıyor. Çölün ortasında deve turları düzenleyerek sadece turizmle geçinen insanlar ilk başta rahatsızlık verici gelmişti bana.
Fakat antik kentin büyüklüğü, hala ayakta kalması beni çok etkiledi. Ayrıca şimdiye kadar izlediğim en etkileyici gün doğumuna şahit olduğum Palmira “çölün incisi, gelini” adını fazlasıyla hak ediyordu. Eski Hicaz Yolu üzerinde kervanların uğrak yeri olan Palmira, bir çok uygarlığa ev sahipliği yaptığını devasa antik kenti ile anlatıyordu hemen.
Şimdilerde ise bu antik kent IŞİD yüzünden yerle bir olmuş durumda. Sivil halkın büyük bir zulüm altında olması, ölmesi, göçe sürüklenmesi daha da çok üzücü. Geçen aylarda IŞİD, Palmira antik kentinin baş arkeoloğu Halid Esad’ı da öldürmüştü. Palmira’da uzun yıllardır sürdürdüğü araştırmalarıyla bilinen Halid Esad’ın cesedi Palmira’nın harabelerine asılmıştı. Gerçekten kısa süre içinde her şeyin bu kadar değişmesine insanın inanası gelmiyor…